Edward Said de Batının Doğu denen değişken ve kompleks varlığını, kendi çıkarları için yarattığını teyit etmektedir. Ancak Batı tarafından icat ve imal edilen Doğu ile ilişki, onlar açısından bir denkler ilişkisi şeklinde değil, ötekiler üzerinde tesis edilmiş bir üstünlük şeklinde olmalıydı. Nitekim öyle de oldu; önce doğuyu icat ettiler, sonra Doğu’yu daha da Doğulaştırarak onu ehlileştirilmesi ya da alt edilmesi gereken bir ötekine/düşmana dönüştürdüler. Akabinde de önce askeri olarak sonra da entelektüel anlamda doğuyu işgal ettiler ve söz konusu entelektüel işgal sayesinde Doğu’yu yeniden üretime tabi tutup onun işlevselliğinden azami ölçüde faydalandılar. Çünkü Doğu, Batı’nın ileri uygarlığının barbar hasmıydı ve bütün bu işlem sürecine tabi tutulmaya müsaitti.
Batı ne kadar gelişmiş, ilerlemiş durumdaysa Doğu da o kadar geri ve ilkeldi. Batı, modern bilimin, ileri teknolojinin, rasyonel felsefenin, özgürlükçü demokrasinin, sivil toplumun ve ilerlemenin vatanıydı.Buna mukabil Doğu, dinsel dogmaların, hurafelerin, durağanlığın, duygusallığın, şehvetin, zorbalığın, geri kalmışlığın yurduydu. Oryantalistler Doğu’yla Batı arasındaki derin uçurumu böyle trajik bir biçimde bütün çıplaklığıyla ortaya koyduklarında; Batılıların Doğu’ya yönelmiş ilgisini insani bir zemine yaslayarak Batılıları Doğu’yu kurtarmaya ve aydınlatmaya namzet fedakar şövalyeler ya da adanmış misyonerler olarak göstermesi kaçınılmazdı.